30 Nisan 2013 Salı

Saklambaç

  İnsanlar, derin bilmecelerin derin kuyularından ifşa edilmeden su çekmeye yeltenir. Bilinmiyor ki kavuşulmak istenilen bu eldesi zor ama zor olduğu kadar da tehlikeli su, insanlığın bağını koparan, tüm samimiliği altüst eden, İki veya daha fazla yüze dahil olan insanları doğaya salan ve dengeyi bozan acımasız, kana bulanmış, yoğunluğu katı suyu andıran, haş iki o dan farklı bir maddedir. Bu yırtıcı su, göz boyar, kulak tıkar, dudak ıslatır. Yani anlaşılacağı üzere baştan çıkartır.
  Günümüzde bu suyla abdest alan insanlar çoğunlukta: Tapan, tapınan, gözlerine güneşlik çekilmiş, burnunun ucuna konanı farkedemeyen, en kötüsü de sorgulamayan; sorgulayamayan insanlar... Halbuki bir an dursa, düşünse, sadece birkaç adım geriye gitse, bıraktığı izlere baksa, kontrol edip yargılasa, bir şeylerin farkına varsa, belki de farklı bir yaşam biçecek kendisine, çevresine, dünyaya.
  Ne yazık ki günümüzde insanlar bu seviyeye ulaşamamış olup, beraberinde ulaşmaya çalışanları da kuyuya çekiyor ve boğuyor; karanlığa gömüp üstünde tepiniyor. Ve böylece "standart" aşılamamış oluyor. Buna da günümüzde başarı (örtbas) deniyor.  


28 Nisan 2013 Pazar

Kronometre Bizler İçin Başladı

Doğumdan itibaren insanların çoğunluğunca basitleştirilmiş olan, sanki hiç bitmeyecekmiş gibi düşünülen, her istediğinde içinde barınılacağı sanılan, önemsenmeyen fikirlerle dolu, kimsenin değerinin kalmadığı, vurdum duymazlıklarla örtülü, saçmalıklarla dolup taşan, sonunun; yani ölümün olamadığı fikri benimsenmişçesine bir kavram olan hayat, başlamış olur.

  Çok nadir de olsa insanların bir kısmı hayatın farkına varır ve o andan itibaren hayatın önemli parçalarından olan beyin, mecaz anlamda bir ton saçmalıkla dolar taşar. Bu düşünceler çoğu zaman insanların anlama ve kavrama sınırını fazlasıyla aşar tabi ki. Hayat, sınırları bazen o kadar aşar ki, insanı  delirtebilecek düzeye gelebilir.

  Düşünen, bir olayın farkına varan insan, daima haksızdır tabi. Ama insan, bazen kendini hapsetmeli düşünceleri ardına, derinlere  dalmalı kendi içinde; karanlıkta kalmalı; cevaplar aramalı kendi zihninin duvarları ardında. Tabi yeri gelince de çıkabilmeli oradan ve açığa vurabilmeli kendini hayata; kaybetmemeli hücresinin anahtarını kendi içinde.

  Geçmişte, günümüzde insanlığa hükmeden ve büyük ihtimalle gelecekte de aynı şekilde olacak olan  farkına varamama, kendini tanıyamama duygusu tüm hayat kavramına hükmetmekte. Bu sonu gelmez bir durum olmasına karşın hiç ummadığın bir anda aklına bile gelemeyecek şeylerin olması, hayatı bir kez daha kavrama gereksinimi duydurur insana fakat buna rağmen insan, ne kadar isterse istesin çoğu zaman başarıya ulaşamayabilir de.

  Goethe'ye göre; bir insanın ulaşabileceği en yüksek düzey, kendi inanç ve düşüncelerinin farkına varmak, kendini tanımaktır.  Tabi bu düşünce bilindiği gibi hala su yüzeyine çıkmamakta ve de çıkamayacak gibi gözüküyor. Her ne desek de hayatın farkına tam olarak varılamıyor işte. Bu kavram sıradanlık örtüsünü üzerinden bir türlü atamıyor. İnsanların gözlerine perde çekilmişçesine hayatın gerçekleri görünmüyor ya da hayatın tüm gerçekleri, insanların işine gelmiyor; anlamak istemiyorlar.

  Sıradan bir insanın doğumundan  ölümüne kadar düşünecek olursak;


  Yeni doğan bir bebek, kendinden çok daha önce hayata atılmış olan, belki de bazı şeylerin farkına varmış olan ebeveynleriyle  ilk ve son kez  olmak üzere hayata başlar.
  En az 2 yaşına kadar kendinden haberi olmaz bile. O koskoca kendinden habersiz  iki yılda barınan her geçen gün, sanki bir boşluk; yaşamıyormuşçasına. O iki yılı devirdikten sonra hafif hafif kendisini hisseder, yeni yeni başlar düşünceler oluşmaya; ufukta yavaş yavaş beliren bir sis bulutu gibi. Belki de ilk adımlarıyla tanışır dünya ile.

  Her ne kadar düşünceleri oluşmaya, çevresini tanımaya başlamış olsa da, yine de o yaşlarda hayat, çizgi film gerçekliğindedir onun için. İşte bu yaşlar için, tüm eğlencesi buradadır hayatın. Hiçbir şey umurunda değilmişçesine hızlı hızlı geçer günler, haftalar, aylar, yıllar.

  Çevresindekileri izler, örnek alır, taklit eder ve tüm bu yaptıklarından dolayı her ne kadar  az da olsa özgünlüğünden bir şeyler kaybeder daha bu yaşta. Aslında daha yeni yeni kendinin farkına varmaya başlayan bir çocuk için olması gereken, onun hayatında kendi düşüncelerinin hakim olmasına izin vermektir.  Sahip olduğu yetenekleri, fikirleri,  davranışları kendisinin keşfetmesine ve ortaya bir şeyler koymasına olanaklar sağlanmalıdır. Tabi bunun için günümüzde kıtlıkta kalmış olan hoşgörü ve saygının, ortama hakim olması gerekir.

    İnsanın kendini tanımaya başlamasından, okul vb. sosyal bir çevreye katılımına kadar geçen zaman, aslında o insanın geleceğinin belirlenmesindeki en önemli zamanlardandır. Ortaya sunmaya fırsat bulduğu tüm düşünceler, davranışlar, yetenekler  onun hayatına küçük küçük biçimler vermeye başlar.


   İnsan hayatı, okula başlanmasıyla yeniden tasarlanır, farklı bir boyutta biçim alır. Yeni bir çevreyle karşılaşılır, yeni insanlarla tanışılır, yeni arkadaşlıklar edinilir. Kendi içindeki özgürlüğünden kopuk, farklı fikirlerle karşı karşıya kalınır, kendini ön plana çıkartmaya çabalanır. Çevresindekilere, kendisinin asıl doğru olduğunu kabullendirmek için uğraş gösterilir.

  Okuldaki ilk yıllarında, farklı düşüncelere karşın daima kendi düşünceleri doğrudur ve de zaten belli bir yere kadar da bu böyle olmalıdır; kendini bilmeli, ben buyum diyebilmelidir. Aklındaki tüm merak edilen konuları rahat rahat giderebilmelidir. Küçük yaştaki çocuğun, olgun bir insana göre anlama kabiliyeti henüz düşük seviyede de olsa, hayatın gerçeklerini küçük yaştan yavaş yavaş  kavramaya başlayabilmelidir.

  İnsanın, hayat kavramıyla ilgili belli başlı şeylerin farkına tam olarak varabilmesi için, belirli bir olgunluk düzeyine gelmiş olması gerekir. İnsanın küçüklüğünden olgunluğa geçiş dönemine kadarki geçen zamanın kapsadığı her an kavramsal gücü artırır. Bu zaman aralığında kavram gücünün gelişimine yardımcı olan örnekler görür, olaylar yaşar, çeşitli izlenimler elde eder ve böylece avuçlanan bir toprak gibi kavranır çoğu şey ve haklı olmadığı; yanıldığı konular ortaya çıkar, elde edilen izlemlerle bunların farkına varır ve de çözümler; başkalarına ihtiyaç duymadan, kendi içinde cevaplayabilir sorularını.

  Yanıldığı konuları fark ettiğinde, az da olsa kısa süreli güvensizlik hisseder kendine karşı. Ama doğruları kendisi keşfetmeye başladığında, bu güvensizlik ortadan kalkar, daha büyük heveslerle sarılır hayata.


  Belli bir düzeyden sonra hayaller çıkar ortaya; elle tutulamayacak kadar uçuk olabilen. Yine de peşinden koşar hayallerinin, azmeder. Bir umut; başaracaktır belki de. Bir süre boyunca hayallerinden başka bir şey barınmaz çevresinde; hayalleri ve o, baş başadırlar. Hayalleriyle hareket eder, ona göre davranır. Hayaller yardımıyla hayata sarılmanın yollarını arar.

  Hayal etme ve bu hayallerin peşinden koşma aşaması atlatıldıktan sonra, akılda hayallerden arta kalan belirli bir düşünce için temeller atılmaya başlanır. Bu atılan temeller, tıpkı büyük bir apartmanın inşaatında, sadece bir işçinin çalışarak bitirilmesi için beklenmesi gibidir; yani yavaş ve güç. Hayalin zirvesi ne kadar yüksekte ise, apartmanın kat sayısı da o kadar artar. Daha çok uğraş verilmesi, ortaya sunulan düşüncenin ne kadar başarılı olması isteniyorsa da  o kadar özverili çalışması gerekir.  Hayaller temelinde somut ve soyut anlamda başlanılan bu inşaatın sonuca varması, hayatın asıl zorluklarına karşı mücadelenin başlamasını beraberinde getirir. Asıl hayat kavramı, bu sonuca varımla başlar. Köklü bir azim gerektirir geriye kalan hayat.

  İnsanın zihinde düşünce kirliliği olur, karmaşık düşüncelerle ruhen hırpalanır . Tabi hayat, zaman ilerledikçe asıl yüzünü gösterdiğinde ortaya çıkan zorlayıcı şartlara karşılık belirli bir olgunluk düzeyi aşılmış olur. Artık gözler sonuca varım için değil, varılmış olan sonuçları, daha yukarılara taşımak için bakar. Bu da kendine özgü zorluklar içerir.

  Hayat, ne olursa olsun dalgaya alınacak bir kavram değildir. Aklın, hayat kavramını anlamaya tam olarak erdiği gün, hayat kavramının  sona erdiği gün olacaktır herhalde. Her insanın başına bir kere gelecek olan bu kavram, zamanlı bir ödül gibidir ve bunu da şöyle değerlendirebiliriz:

  “Kronometre başlatılır, kendisine tanınan zaman son bulana kadar yaptıkları yanına kar kalır.”

  İnsan doğar, hayatın tüm zorluklarına karşı koyar ve tüm bunlar, bir sonuca varmak içindir; ölüm.

  Tam olarak öznelliğime yükleyerek ele aldığım konuda sonuca varacak olursam da;

“Yaşamın, kısasının da, uzununun da, kalitelisinin de, kalitesizinin de, özen gösterilenin de, özen gösterilmeyenin de  son bulacağı nokta, ölümdür.”

   ve mutlu son diye de buna denir işte.


   EMRE TATAR